Prof. Dr. Ateş Kara, aşıların insan yaşamına katkısının temiz suyla birlikte tarihin en büyük sağlık devrimlerinden biri olduğunu vurguluyor. "1840’larda İngiltere’de ortalama yaşam süresi 40 yıl civarındaydı. Temiz suyun ardından en büyük sıçrama, çocukluk çağı aşılarının yaygınlaşmasıyla yaşandı. Bugün yaşam süresinin 70-80 yıl düzeyine çıkmasında aşıların 12 yıllık katkısı var," diyor.
Aşıların etkilerini daha somut bir örnekle açıklayan Kara, 1900’lerin başında Amerika’da doğan her dört çocuktan birinin beş yaşına gelmeden hayatını kaybettiğini hatırlatıyor. “O dönemde menenjit ve zatürre gibi hastalıklar çocuklar için ölümcüldü. Ancak bugün aşılar sayesinde bu hastalıkları neredeyse hiç görmüyoruz," diye ekliyor.
Prof. Kara, aşıların güvenliğiyle ilgili de önemli bir noktaya dikkat çekiyor: "Bir aşının kullanılabilir hale gelmesi için 1300’e yakın testten geçmesi gerekiyor. Bu testlerden herhangi birinde sorun çıkarsa aşı onaylanmaz. Bugünkü teknolojik imkanlarla aşılar, biyolojik ürünler arasında en güvenilir olanlardan biri."
Biyoteknolojik gelişmelerin aşı üretimini hızlandırdığını belirten Kara, özellikle mRNA teknolojisinin bu alanda devrim yarattığını söylüyor: "Eskiden aşı için mikroorganizmanın tamamını üretmek gerekirdi. mRNA teknolojisi sayesinde sadece mikrop bilgisini vücuda veriyoruz ve bağışıklık sistemi onu tanıyor."
Pandemilere hazırlık konusunda ise Kara, Türkiye’nin geçmişteki başarılarını vurguluyor. Osmanlı döneminde aşının yaygın ve ücretsiz olarak uygulandığını hatırlatarak, "Osmanlı, dünyada çocuk felci ve çiçek aşısını düzenli şekilde uygulayan ilk devletlerden biri. Bugün de bu bilgi birikimini koruyarak pandemi hazırlıkları için daha fazla yatırım yapmamız gerekiyor," diyor.
Gelin Ateş Hocamızı yakından tanıyıp görüşlerine birlikte bakalım.
1970 Ankara doğumluyum. Ankara Lisesi mezunuyum, ardından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İngilizce bölümünden mezun oldum. Pediatri ihtisasımı yine Hacettepe'de gerçekleştirdim. Daha sonra çocuk enfeksiyon alanında uzmanlaştım ve kısa dönemlerle Amerika Birleşik Devletleri’nde CDC’nin aşı danışma grubunda ve Dünya Sağlık Örgütü'nde pandemi ve pandemi dönemlerindeki yaklaşımlarına yönelik olarak çalışma fırsatlarım oldu. Şu anda Türkiye Aşı Enstitüsü’nde görev yapıyorum.
Ana ilgim aşı, özellikle de bağışıklama daha ziyade klinik uygulamaları. Aşılar, bağışıklama, özellikle grip aşıları, beşli ve altılı aşıların yani karma aşıların geliştirilme süreçleri üzerine çalışıyorum. 1998’den itibaren bu alanla ilgileniyorum. Çocukluk çağı hastalıkları, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalar ve HIV üzerine de bir süre çalıştım. Ancak son yıllarda, salgınlar ve aşı geliştirme süreçleri öncelikli ilgi alanım haline geldi.
Dünya Sağlık Örgütü'nün aslında hep klasik bir ifadesidir. İnsanın ortalama yaşam süresi 1840-1850'li yıllarda İngiltere'de 40 yıllar civarındaydı. Temiz suyun etkisiyle bu süre 60’lı yıllara kadar çıktı. Ama asıl büyük devrim ve etki ise aşılarla oldu. Çocukluk çağı aşılarının yaygınlaşmasıyla yaşam süresi 12 yıl daha uzadı.
Örneğin, 1900’lerin başında Amerika’da doğan her dört çocuktan biri beş yaşına gelmeden hayatını kaybediyordu. Günümüzde, aşılar sayesinde zatürre, menenjit gibi çocukluk çağı hastalıklarını neredeyse hiç görmüyoruz. Bu sadece yaşam süresini değil, sağlıklı yaşam kalitesini de artırıyor.
Biz bugün Türkiye'de aşıyı 13 hastalığa karşı rutin olarak uyguluyoruz. Çocukluk çağında bu aşıları uygulamazsak eğer, iki sene sonrasında 2500 ile 4000 arasında çocuğun yaşamının kaybedeceğini biliyoruz. Aşılar durursa, her geçen sene vaka ve kayıp sayısının, daha da artacağı anlamına gelir. Çünkü aşılar durduğu anda koruyuculukları bitmeyecek ama yeni korumasına başlaması gereken çocuklar aşılanmadıkları için hassas hale gelecekler ve o grup büyüdükçe de bu 2500-4000 rakamı daha da büyük rakamlara gelecek. Aşılara böyle bakmak lazım. Ama diğer taraftan baktığımızda da şunu söylemek gerekiyor. Aşılar bugün için bildiğimiz hemen hemen en güvenli biyolojik ajanlar, biyolojik ürünler.
Enfeksiyon hastalıklarının bir kısmı çok kolay bulaşan hastalıklardır. Mesela kızamık hastalığı, toplumda bulaşması en yüksek olan hastalıklardan bir tanesi. Covid ilk çıktığında bir kişi iki kişiye bulaştırıyordu. O nedenle de yayılıyordu. Sonra omikrona doğru geldiğimizde bir kişi yedi sekiz kişilere bulaştırmaya başladı. Ve ne kadar hızlı yayıldığını gördük. Bir topluma girdiği anda neredeyse otuz gün içerisinde, hatta biraz daha ilerlediğinde on beş yirmi gün içerisinde tüm toplumu hastalandırabilirdi. Yani rakam onlu rakamlara bir kişi on kişiye bulaştırabilir hale gelmişti. Bu kadar da hızlı yayılıyordu. Şimdi kızamık dediğimizde, boğmaca dediğimizde yani bizim bugün aşıyla koruduğumuz hastalıklarda bir kişi on sekiz kişiye kadar bulaştırabiliyor. Covid'in iki üç katı daha kolay bulaşıyor. Böyle olunca da diyelim ki biz burada beş kişiyiz. Ve birimiz çocuğumuza aşıyı yaptırmadık. Boğmaca içinde kızamık içinde sokaktan geçen bir vaka varsa o bir kişiyi mutlaka buluyor. O nedenle de bizim aşıyla ilgili bugün belki kızamığı ve boğmacayı çok görmüyoruz. Ama annelerinize soracak olursanız onların çağında tüm herkes kızamık geçiriyordu. Ama etrafta dolaşan bir kızamık vakası varsa o aşısız kişilere ulaşıyor. Ve bu sefer ciddi anlamda da sıkıntı ve problem yaratabiliyor. Çünkü kızamığı da yaş büyüdükçe geçirirseniz etkileri veya boğmacayı çok küçük bebekken geçirirseniz ölümcül olabiliyor.
Aslında çok güzel bir Çin atasözü var denir ya. “Bana balık verme, balık tutmayı öğret” Şimdi aşıların yaptığı aslında bu. Biz aşıları çok komplike gibi düşünüyoruz ama aşıyı aslında şöyle düşünebiliriz. Bir mikrobu vücuda öğretmenin yolu. Yani o çocuğu mikropla karşılaştırdığınızda olasılık nedir? Bir, hasta olursunuz. İki, çok hafif hasta olursunuz. Üç, hiçbir şey olmadan geçirebilirsiniz. Mikroba göre değişir. Hastalığın çeşidine, yaşınıza göre değişir. Ama pek çok mikroorganizma karşılaştığınız zaman sizi hasta eder. Hasta olduğunuzda iyileşebilirsiniz ya da hastaneye yatabilirsiniz ya da kaybedilebilirsiniz. Şimdi bizim aşıya yaptığımız şu aslında. Bir, bazı aşılarımız var mikrobun kafasına vurup öldürüyoruz. Vücuda veriyoruz. Vücut onu görüyor. Ama hastalık yapabiliyor mu? Ölü. Hastalık yapamaz. Sıkıntı çıkartabilir mi? En fazlasıyla hafif ateş yapabilir. Çünkü gene de bir mikrop olduğu için vücut onu gene de tanımaya çalışıyor. Ama ölü olduğu için daha farklı bir şey yok. Aşı dediğimiz aslında böyle bir ürün. Ama bizim vücudumuz mükemmel yaratılmış. Çok zeki. Ölü olduğunu bildiği için o kadar güçlü cevap vermiyor.
O nedenle de biz, mikrobu öğretmek istiyorsak, genellikle bu ölü dediğimiz inaktif aşıları birkaç defa veriyoruz. ikinci ayda, dördüncü ayda ya da altıncı ayda veriyoruz. Ve arada da hatırlatma. Mesela tetanoz difteri de. Arada hatırlatma gerekiyor. O nedenle de yetişkinlerin de her on yılda bir tetanoz difteri aşısı olması lazım. Bir ikincisi de; mikrobu vermenin yolu da hastalık yapabilecek kadar güçlü olmayan mikrobu vermek. Yani mikroorganizmaya soruyoruz. Sen ne istiyorsun? O da diyor ki yaşamak istiyorum. Al sana yaşayacağın her türlü ortamı verelim. Şimdi böyle olunca da tembelleşiyor. Tembelleşmesi ne demek? Yaşaması için olanları,üremesi için olanları devam ettiriyor ama hastalık yapabilecek güçlerini unutmaya başlıyor. Yeteri kadar unuttuğunda da biz buna canlı atöniye, canlı zayıflatılmış aşı diyoruz. Bunun bizim için avantajı şu. Vücuda verdiğimiz zaman hareket etmeye çalıştığı için, çoğalmaya çalıştığı için vücut buna çok güçlü ve daha uzun etkili cevap veriyor. O nedenle de canlı aşıları bir veya iki defa yapıyoruz yetiyor. Ömür boyu. Böyle de bir avantajımız var. Şimdi aslında aşı dediğimiz şey o nedenle de mikrobu tanıtma yöntemi. Bazı aşılarımız da mikrobu öldürüyoruz ama tamamını vermiyoruz. Çünkü tanıması için tamamını vermenize gerek yok. Sadece gözlerini, yüzünü göstersek vücut onu tanıyabiliyor. Böyle parça parça aşılar da var. Bunlar da inaktif aşılar arasında. Bizim için ne sağlıyor bu? Biz vücuda önceden tanıttığımız için vücudumuzun askeri, silahlı kuvvetleri, güvenlik kuvvetleri bunu bildikleri için gördükleri anda durduruyorlar. Bazıları daha vücuda girerken durduruyor. Siz onu hiç fark etmiyorsunuz bile. Çünkü daha girmesine bile fırsat verilmiyor. Bazıları vücuda girmeyi deniyor. Ama gene askeri sistem bunu çok etkili şekilde ortadan kaldırıyor. Öyle olunca da belki çok hafif böyle bir yarım gün kırgınlığınız oluyor. Bir gün ama ateşiniz bile olmadan o tabloyu geçirmiş oluyorsunuz. Aşıların bizim için en büyük avantajı bu. Tabii böyle ortadan kaldırdığı için de aşılar sizin vücudunuzda, ağzınızda, burnunuzda mikroplar bulunamıyorlar.
Bu kitap öncelikle sağlık profesyonellerine yönelik olarak hazırlandı. Amacımız, aşıların tüm yönleriyle anlaşılmasını sağlamaktı. Aşıların yan etkileri olabilir, ancak bunların ne olduğunu bilir ve doğru şekilde anlatırsanız, toplumda kabul edilmesi daha kolay hale gelir. Günümüzde sansasyonel haberler her zaman daha fazla ilgi çekiyor. Olmayan bazı şeylerin inanılmaz bir şekilde ilgi gördüğünü görüyoruz. Aşılar içinde bu şekilde. Aşılar hakkında doğru bilgiye ulaşmak, sağlık çalışanları için büyük bir sorumluluk. Kitabın temel amacı, aşılar hakkında en güncel, doğru ve bilimsel bilgileri paylaşmaktı.
Biz bu kitapla başlangıcını yaptık ama şimdi çok daha büyük bir projenin içerisindeyiz. Dünyaya aşıyı ilk uygulayan, toplumun sağlığını değerlendirerek aşıyla toplum sağlığını ön plana çıkartan Osmanlı İmparatorluğu. Sonra Cumhuriyet döneminde de aşı inanılmaz kıymetli ve değerli. Ve yokluklar içerisinde aşı üretip uygulayan ve aşıyı çok yaygın uygulayan bir ülkeyiz. Bu bilgiyi ve bu kültürü de vererek, dünyada gerçekten bizim yaptıklarımızı gösterelim hem de bunun etkilerinin neler olduğunu anlatalım istiyoruz. Bu nedenle de bir Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde aşı ve bulaşıcı hastalıklar tarihçesiyle ilgili bir TÜSEP projesiyle birlikte hareket ediyoruz. İnanılmaz güzel bilgiler geliyor. Lütfen bunu takip edin. Hepimizin şaşıracağı ve bazen yurt dışında olduğunu düşündüğümüz, başka ülkelerin yaptığını düşündüğümüzün çok öncesinde, bizim tarafımızdan yapıldığını göreceğiz. Bunları paylaşacağız sizlerle.
Birden fazla kitap ve bilgi notları şeklinde paylaşım olacak. Bunların etkilerini gördükçe de inanın bana hepimizin çok hoşuna gideceğine ben eminim. Dünyada daha çiçek aşısı İngiltere'de ücretle uygulanırken, Amerika'da uygulanır mı diye düşünülürken, ondan çok öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda çiçek aşısı tüm çocuklara, ücretsiz ve düzenli olarak yapılıyor. Okula giden çocukların okula gidebilmeleri için çiçek aşısı olma gerekliliği var. Devlet personelinin şehir değiştirebilmesi için çiçek aşısı olma zorunluluğu var. Ama bu neyi kazandırıyor Osmanlı'ya? Çiçek hastalığından mesela Osmanlı döneminin en az insan kaybeden, en az çocuk kaybeden imparatorluğu oluyor. Şimdi bunlar çok büyük avantajlar ve bunları yazılı ve kurallarıyla uyguluyoruz. Dünyada ilk defa aşının nasıl hazırlanacağı, nasıl yapılacağı, kimlere yapılacağını belirleyen düzenlemeyi çıkartan Osmanlı İmparatorluğu. Şimdi biz bunları ortaya çıkartıyoruz. Bunlar çok kıymetli ama bu bilgiler paylaştıkça daha da kıymetli olacak.
Tabi buradaki en önemli problem şu. Bizim mikroorganizmayı önce bulmamız ve tanımamız gerekiyor. Bazen o virüs ve arkadaşları o kadar birbirine benziyor ki. Ölüsünü verdiğinizde vücut diyor ki ben bunun benzeriyle dün karşılaştım. Ölüsüne cevap vermeyebiliyor. Bu sefer de zayıflıyor. Zayıflatmaya çalışıyorsunuz. Ama zayıflattığınızda da ne kadar zayıflattığınızdan emin olmanız gerekiyor. O nedenle de inaktif aşı dediğimiz ölü aşıyı üretmeniz zor. Ama göreceli olarak canlı ve zayıflatılmışlara göre daha hızlı. Zor ama daha hızlı. Öyle olunca da bu sefer diyoruz parçalarını verirsem risk çok çok az. Acaba parçalarını kullansam olur mu? Ne kadar? Parçaların vücut tarafından ne kadar tanınacağını ve hastalıktan ne kadar koruyacağının hepsi preklinik dediğimiz klinik öncesi testlerle ortaya çıkıyor. Koruyuculuk oluşturduğunu gördükten sonra da bu sefer diyoruz ki acaba koruyuculuk istediğimiz düzeyde mi? Acaba bu koruyuculuğu oluştururken koruyucu asker yanlışlıkla benim için faydalı olabilir mi? Bilecek bir şeye zarar verebilir mi? Bu sefer bütün bunların testleri başlıyor. Ve bu süreçler çok sıkı ve çok uzun. Bir aşının geliştirilmesi eğer siz öncesinde başlamadıysanız en az 7 ila 8 yıl sürüyor. Covid'deki şansımız neydi bizim? Covid çok hızlı değil aslında. Covid'in önce biz SARS'ı gördük. Sonra MERS'i gördük. Onun için süreçler başlamıştı ama. Süreçler ilerlerken o hastalıklar azaldı.
SARS-CoV-2'de Covid-19'daki avantaj ise orada kazandığımız bilgiyi hızlıca bunu uyguladık. Ama ona rağmen neredeyse 1 yıl sonrasında ilk aşıyı uygulayabildik. Yine o bile büyük bir başarı 7-8 yılı düşünürsek. Araştırmacılar hiç durmadan süreçleri mesela antikor gelişiyor mu diye ya da o gelişen antikor başka bir şeye neden oluyor mu diye başında durarak takip ettiler. Bunlar da süreci hızlandırdı. Ama güvenlik testlerinde asla ve asla özveride bulunulmadı.
Buradaki en önemli kazanım mRNA teknolojisi. Eskiden bir parçayı elde etmek için mikroorganizmanın tamamını üretiyorduk. Sonra o parçayı buluyorduk. Saflaştırıp sadece o parçayı vermeye çalışıyorduk. Şimdi mRNA'da bu parçayı üreten bilgiyi alıyoruz. Bilgiyi vücuda veriyoruz. Vücut onu kendi üretiyor. Öyle olunca da süreç çok kolay ve hızlı ilerliyor. Pandemik bir etken ortaya çıkacak olursa da, aşının geliştirilmesi çok daha kısa ve hızlı sürede olabiliyor. Biyoteknolojinin en büyük avantajı bu.
Bizim hala ihtiyacımız olan aşılarımız var. Belirli bir fiyatın üstünde olduğu için herkesin ulaşamadığı aşılar bunlar.
Biyoteknolojik alandaki gelişmeler ve sektördeki üreticilerin özellikle de bizim kendi üreticilerimizin bu alana girmesi ile hem ekonomik olarak ama daha da önemlisi, bilimsel olarak kazanılmasını sağlayacak. Çünkü önümüzdeki bir dönemde de bizim artık pandemi yeni etkenleri görme ihtimalimiz çok yüksek. Çünkü pandemi ortaya çıktığında ki yaşandı. Öncelikle bu teknolojiye sahip olup bunu üretebilen ülkeler kendi toplumunu korumaya ve sonrasında az miktarını başka ülkelere vermeye başlıyor. O zaman bu teknolojiyi ve bu bilgiyi kazanmanız ülkemiz için de geleceğimiz için de hayati. Kendi yolumuzda devam etmeliyiz.